23 Temmuz 2012 Pazartesi

Meis Adası (Kastellorizo Island)

Meis Adası Kaş'ın hemen karşısında Türkiye'den yaklaşık 1,5 Km uzakta olan bir Yunan adası.Nüfusu 400 ila 1000 kişi arasında sezona göre değişkenlik göstermekte.Meis'e ulaşmak için Kaş'taki Meis turu yapan acentalardan biri ile irtibat kurmanız gerekiyor.Yanınızda mutlaka pasaportunuz ve geçerli bir Schengen vizenizin de olması gerek.5 Yunan adasında vize kalkmış olmasına rağmen Meis bu adarlardan bir tanesi değil.Ancak yakın zamanda burası ile de vizenin kalkması bekleniyor.


Meis Limanı
 Tur ücreti kişi başı 50 TL fiyata sadece gidiş dönüş transfer dahil, bunun yanında 15 TL yurtdışı çıkış harcı için ödemeniz gerekmekte.Bir gece önceden tur ofisine pasaportları bırakıyorsunuz ve sabah 10.00'da tekne hareket ediyor.Yaklaşık 30 dakika süren bir yolculuktan sonra Meis limanına giriş yapıyorsunuz.Yanınıza TL veya Euro alabilirsiniz ancak Euro almanızı tavsiye ederim zira TL olarak ödeme yaptığınızda kur farkından zarar edebiliyorsunuz.

Meis Limanına giriş yaptığınızda düzenli bir yapılanma ve şirin mi şirin Yunan evleri sizi karşılıyor.Tüm liman boyunca kahve içebileceğiniz ve balık yiyebileceğiniz yerler görmeniz mümkün.

Liman'ın uç kısmına doğru kilisenin olduğu yerde harika bir halk plajı var ve neredeyse tüm ada burada toplanmış durumda.Ancak biz önceden biraz araştırma yapıp gittiğimizden bu plajdan denize girmeyi tercih etmedik.Bunun yerine limandan kalkan ufak tekne/dolmuşlardan birine bindik ve Mavi Mağara(Blue Cave)'in yolunu tuttuk.Bu teknelerde kişi başı ücret 10€. Biz Kaptan Adonis'in teknesi ile yolculuk yaptık ve kendisinin genel olarak oldukça misafirperver ve eğlenceli olduğunu söyleyebilirim.

Mavi Mağara (Blue Cave):

Kısa süren bir yolculuktan sonra Mavi Mağara'ya ulaştık.Denizden bakıldığında çok dar bir girişi olan bir mağara idi.Kaptan Adonis bizi teknenin içerisine tam olarak yatırdı, giriş çok dar olduğundan kafalarımızı çarpma ihtimalimiz oldukça yüksekti.


Mavi Mağara Girişi
İçeri girdiğimiz anda yaşadığımız duygu gerçekten tarif edilemez bir duygu idi nedeni ise mağaranın girişinden içeri süzülen ışık size yeryüzünde görebileceğiniz en güzel mavi rengini oluşturuyordu.
O zamana kadar Meis Adasına geçmenin çok gerekli olmadığını düşünen ben, yaptığımız yolculuğun ne kadar yerinde olduğunu kabul ettim.Aşağıdaki fotoğraf mağaranın içeriden görünüşünü özetliyor.


Mavi Mağara (Blue Cave)

Ne yazık ki yüzmeye iznimiz yoktu.Bu nedenle fotoğraf çekmekle yetindik, ancak Kaptan'ın bize bir sürprizi daha vardı.Mavi Mağarada yaşayan bir fok balığı olduğunu söyledi ve bizi mağaranın en dip kısmına götürdü.Aşağıdaki fotoğrafa dikkatli baktığınızda şekerleme yapan fok balığının kafasını görebilirsiniz.



Mavi Mağara Fok Balığı
 30-35 dakika kadar mağarada geçirdikten sonra Kaptan bizi Aya Yorgi Plajına bıraktı.Kaş'taki kalabalıktan sıkılmış olan bizim için bu plaj gerçekten mükemmeldi.İlk gittiğimizde plajda biz ve İngiliz bir aile vardı ancak kısa bir süre sonra İngiliz aileyi tekne aldı ve sadece eşim ve ben koca plajda kaldık.Deniz harikaydı bangır bangır çalan bir müzik yoktu şezlonglar ise çok rahattı.İşletmeciler siz onlardan bir şey istemediğiniz sürece yanınıza dahi uğramıyorlar.Tatilin en huzur dolu gününü Meis'te geçirdik diyebilirim.



Aya Yorgi Plajı

Denize gelince, plaj bir koyda kaldığı için dalga yok, sığ ve kumluk.Tam keyif yapılacak bir denizdi.Özellikle çocuklu aileler için bulunmayacak bir fırsat diyebilirim.

Aya Yorgi Plajı
Akşamüstü Kaptan Adonis bizi almak üzere geri döndü ve Meis Limanına bıraktı kendisine teşekkür ettikten sonra Meis'te biraz gezindik.Meis'te bir Free Shop mevcut.Büyüklük olarak bir bakkal büyüklüğünde olsa da içki sigara ve parfüm alışverişi yapabilirsiniz.Free Shop'ta alışverişimizi yaptıktan sonra adanın tepesine çıktık.Buradaki müzeye uğramak için yeterli vaktimiz yoktu bu nedenle hızlı bir şekilde geri döndük.



Meis Limanı


Meis Limanı

Son söz olarak biz gece kalmadık ancak en azından bir gece kalınabilecek bir yermiş Meis adası, çok keyifli ve güzel bir yolculuktu.Kaş'a gittiyseniz ve vize/pasaport sorununuz yoksa mutlaka gidip görmenizi tavsiye ederim.




15 Mayıs 2012 Salı

Likya Yolu İlk Etap (Fethiye-Kabak-Faralya-Alinca)

Sizlere bu yazımda yakın arkadaşım Pandeli ile beraber yaptığımız Likya Yolu yürüyüşünü anlatacağım.

Aşağıdaki linkten  diğer resimlere ulaşabilirsiniz.

Sorularınız ve yorumlarınız ile ilgili ufukglr@hotmail.com adresinden bana ulaşabilirsiniz.

http://www.flickr.com/photos/ufukglr/7199224688/in/photostream

Likya Yolu:


Likya Yolu çalışmak için Türkiye'ye gelen sonrasında Antalya'dan etkilenen Kate Clow'un 1992'den 1999'a kadar sürdürdüğü çalışmalar sonucu 1999 yılında hizmete açılmış ve bir çok kaynak tarafından Dünya'nın en iyi 10 yürüyüş yolundan biri olarak gösterilen bir yürüyüş parkuru.

Likya Yolu Ölüdeniz'den başlayıp Antalya'da son bulan 509 Kilometrelik bir parkur.Tamamını yürümek yaklaşık 1 aydan fazla sürüyor ve ne yazık ki Türkler'den çok yabancı turistler tarafından bilinen bir parkur.

İlk kez böyle bir yol olduğunu eşimden duyduğumda bende bu yolu yürümek için büyük bir istek uyandı ve yakın arkadaşım Pandeli'ye bahsettim.Kısa bir araştırma sonucunda Kate Clow isimli bu bayanın sadece bu yolu hizmete açmakla kalmayıp bir de bu yol üzerine İbrahim Turgut ile beraber güzel bir kitap yazdığını öğrendik.(Likya Yolunda Yürümek).Kitapta genel olarak yürüyüş rotaları ve bu rotaların detayları ile ilgili bilgi veriliyor eğer Likya Yolu'nu yürümeye karar verirseniz mutlaka bu kitabı edinmenizi tavsiye ederim.

Pandeli ile yolu konuştuktan sonra hızlı bir planlama yaptık ve kendimize bir parkur oluşturduk.Planımız Ölüdeniz'den başlayıp Gavurağlı bölgesinde ilk etabı tamamlamaktı.
3 günde bu rotayı tamamlayacaktık.

Planı yaptıktan sonra orada olacak ihtiyaçlarımız ile ilgili bir liste yaptık ve Dekatlon Mağazasının yolunu tuttuk.
Pandeli tecrübeli bir kampçı olduğundan dolayı çanta, çadır, tulum gibi temel malzemelere sahipti.

Dekatlon'dan matara, havlu çorap, teri emen sporcu T-shirtleri şapka ve en önemlisi yürüyüş için tasarlanmış Quechua marka yürüyüş ayakkabısı aldık.Eğer bu tip bir yolculuk yapmayı planlıyorsanız bir matara, şapka ve yürüyüş ayakkabılarına mutlaka ihtiyaç duyacaksınız.Sakın standart bir spor ayakkabı ile gitmeyi planlamayın zira parkur düz değil ve sizin götüreceğiniz ayakkabıların bu parkuru kaldıracak yapıda olması gerek.Ayrıca mutlaka uzun havlu çorap giymenizi tavsiye ediyorum bunlar hem sizi terletmiyor hem de bileğinizden yukarı çektiğinizde sizi dikenlerden ve böceklerden koruyor.

Daha sonra hızlı bir şekilde 08 Mayıs akşamı gidip 12 Mayıs Cumartesi öğleden sonra dönmek üzere uçak biletlerimizi aldık.

Son iş olarak çantaları hazırlamaya başladık.Çantamızda yiyecek olarak sadece enerji barları, çikolata ve sıcak su ile yapılan hazır noodlelar koyduk.Hava sıcaklığı nedeni ile başka yiyecek götürmedik.Bunun dışında temel giyecekler, ilaçlar, terlikler (mutlaka yanınıza alın) el feneri, pudra, mayolar, mat ve en önemlisi fotoğraf makinelerini alarak çantaları kapattık.

Artık her şey hazırdı ve 8 mayısta yola çıkmak için gün saymaya başladık.

8 Mayıs Yolculuk ve İlk Gece:


Çantaları ilk kez sırtımıza aldığımızda kalkıştığımız işin zor bir iş olacağını anladık çünkü havaalanında çantaları tarttığımızda bir çantanın yaklaşık 13 kg geldiğini gördük.Pandeli ek olarak 2,3 kg ağırlığındaki çadırı taşıyordu bende ise aksesuarları ile beraber yaklaşık 2 kg olan Nikon D3100 fotoğraf makinesi vardı.

Akşam Pegasus ile Dalaman'a oradan Havaş ile Ölüdeniz'e ulaştık. Ölüdeniz'e ulaştığımızda saat gece 23'tü. Otogardan bir taksiye binerek ilk kamp alanımız olan Sugar Beach'e gittik.Sugar Beach'e vardığımızda saat gece 12 olmuştu ve kimseyi göremedik.Bunu üzerine kamp çadırlarının olduğu bölgede ilk gece kalmak üzere çadırı kurduk.

Burada çadırdan da kısaca bahsetmek istiyorum bu 2,3 kglik çadır harika bir icat çünkü hem kurması hem toplaması 2 dakika alıyor. Çadırı kurduktan sonra oldukça temiz olan ortak tuvaletlerde ilk gece uykusuna hazırlık yaptık ve yattık.

09 Mayıs Ovacık-Faralya:


Sugar Beach'te çadırımızı toplayıp kişi başı 12 TL ödedikten sonra Ölüdeniz'de dolmuşların kalktığı merkeze kadar yaklaşık 1 km yürüdük.Merkezde kuvvetli bir kahvaltının ardından dolmuşa binerek yürüyüşün başlayacağı Ovacık'a geldik.

Günlerdir planladığımız yolculuk başlıyordu.Likya Yolun'da yürümeye başladık ilk kısım düzlüktü sonrasında yavaş yavaş eğim arttı.Bu sırada Ölüdeniz'e yukarıdan bakma fırsatını bulduk.Yolda Kate Clow tarafından bırakılmış kırmızı beyaz işaretleri takip ederek patikalardan kopmadan ilerleyebiliyorsunuz.Bu süre içerisinde sigara içmiş olmanın faydalarını(!) bizzat hissetmeye başladım.Yanımızda mataralarımıza doldurduğumuz birer litre su vardı.Her istediğinizde su bulamadığınız için idareli bir şekilde kullanmak durumunda kalıyorsunuz.Kirme'ye vardığımızda hem yorulmuş hem de suyumuz azalmıştı.Buradaki bir kaynaktan sularımızı doldurduk mola verdik ve öğlen yemeği olarak çikolatalarımızı yedik.

Dinlenirken ikimizin de fark ettiği en önemli şey ortamın ne kadar sessiz olduğu idi.Şehir hayatı uzun çalışma saatleri stresten sonra orada olmak sadece yürümek fiziksel olarak bedeni zorlamak varlığından bile haberdar olmadığınız kaslarınızın çalıştığını hissetmek kendimizi ilginç bir şekilde aşırı enerjik hissetmemizi sağlıyordu.Yol boyunca pek konuşamadığımız için sessizlikte kendinizi dinleme fırsatı bulabiliyorsunuz ve bu gerçekten mükemmel bir his.

Kirme'den aşağı doğru inmeye başladığımızda İngiliz bir çift ile karşılaştık kendilerine Faralya'da nerede kalabileceğimizi sorduk. Bize George House'da kalabileceğimizi söylediler. Faralya'ya doğru devam etmeye başladık gücümüz azalmaya başladığında artık Faralya'ya varmıştık.
George House'a vardığımızda saat altıya geliyordu ve biz 13,5 km'ye yakın yol yürümüştük.
George House'u kısaca anlatmak gerekirse Kelebekler Vadisine bakan uçurumun kenarında kurulmuş bir yer.Manzara olarak mükemmel hele ki güneşin batışını oturup seyretmek insana kendini cenneteymiş gibi hissettiriyor.Pansiyonun işletmecisi Cape Town'da doğmuş büyümüş ancak sonra buraya aşık olup gelip yerleşmiş bir bayan.Kalmak isterseniz size 3 seçenek sunuyorlar: Çadırınızı kurabilirsiniz, bungalowlarda kalabilirsiniz veya pansiyonda kalabilirsiniz.Biz bungalowda kalmayı tercih ettik.Çadır kurup uçurumun kenarında uyumak her ne kadar cazip gelse de yumuşak bir yerde uyumak daha ağır bastı.Burada işletmeci hanımefendi bize tesisin boş olması nedeni ile iki ayrı bungalowu aynı fiyata verebileceğini söyledi.Bu gerçekten bizim için bulunmaz bir fırsattı çünkü ikimizde çok yorgunduk ve malum birbirimizin horlamasından doğru düzgün uyumaya fırsat bulamamıştık.Ortak tuvaletlerde duş aldıktan sonra güneşin batışını seyretmek üzere çadır alanına geçtik.Ancak yazmadan geçemeyeceğim aldığım o duş hayatımda kendimi en iyi hissettiren şeylerden biriydi.Güneşin batışı ile ilgili fazla söze gerek yok aşağıda sizler için çektiğim fotoğrafları görebilirsiniz.Güneşin batışını seyrederken mutlaka bir soğuk bira yanınıza alın.
Yemekte Faralyalı bayanların hazırladığı muhteşem zeytinyağlılardan yedik ve saat 21.30'da yattık.Hayatımda uyuduğumuz en derin uykulardan birini uyuduk ve sabah kalktık.

10 Mayıs Faralya-Kabak:


Sabah kahvaltı ederken George House'un işletmecisi bayan ile konuşmaya başladık. Bize eğer Likya Yolunda yürümek gibi bir amacımız yoksa sahil şeridinden Kabak'a ulaşabileceğimiz bir yol olduğunu ancak bu yolun 10 km kadar olduğunu söyledi.Buraya kadar bizi yol çok cezbetmemişti ne zamanki bize Aktaş isimli kayalıktan denize girebileceğimizi söyledi o zaman tüm yürüyüş planımızı değiştirmeye karar verdik.

George House'un yanından bu sefer sarı kırmızı işaretleri takip ederek yürümeye başladık.İlk etapta tüm yürüyüş boyunca yaptığımız en zor ancak kısa tırmanışı gerçekleştirdik.Kayaları aştıktan sonra muhteşem bir tepeye ulaştık ve oradan sonra iniş başladı inişin sonlarına doğru ana yola ulaştık ve buradan Aktaş isimli koya geldik.

Aktaş'a geldiğimizde terden sırılsıklam olmuştuk.Koyun üst kısmında bir inşaat yapılıyordu ve burada çalışan işçilerle kısa bir sohbetten sonra sıra bütün bir kış hayalini kurduğumuz denize girmeye gelmişti.Uygun bir yerde mayolarımızı giyindikten sonra kendimizi Aktaş'ın mükemmel sularına bıraktık.Zorlu bir yürüyüş sonrası suya girmek harikaydı.Yüzdükten sonra işçilerden edindiğimiz temiz su ile yıkandık öğlen yemeğimizi olan Snickerslarimizi yiyerek yola koyulduk.Ancak bir sorun vardı o da işaretlerin devamında yapılan Beyaz Yunus isimli otelin Kabağa giden yolu tel örgü ile çevirmiş olmasıydı.Bu tüm yolculukta keyfimizi kaçıran önemli olaylardan birisi idi çünkü otel hem haksız yere yolu kapatmış hem de mükemmel bir yürüyüş yolunu bozmuştu.Alternatif bir yol bulamayınca mecburen ana yola kadar tekrar yukarı yürümeye başladık.Yukarı çıktığımızda hemen yolun kenarında Muhtar'ın yeri isimli bir tabela gördük denize tepeden bakan bol gölgeli çardağı olan bu lokantaya girdik.

İlk hedefimiz bir şeyler içip yola devam etmekti ancak Muhtar'ın eşi Nurgül Abla bize kuru fasulye pilav yaptığını söyleyince ikimiz de dayanamayarak yemeye başladık sonrasında çardakta kolalarımızı içip yola koyulduk.Ana yolun sonunda Kabak'a ulaştık.Kabak tepesinden tekrar patikalardan kampa indik ve Valley Camp isimli bu seferde Muhtar'ın oğlunun işlettiği kamp alanına yerleştik.Burada da çadır yerine bungalowda kalmayı tercih ettik ve mayolarımızı giyerek Kabak koyundan kendimizi bir kez daha Akdeniz'e bıraktık.Hava kararana kadar yüzdükten sonra güzel bir yemek yedik ve bungalowun önünde biralarımızı içerek yatmaya karar verdik.Diğer kamp alanlarında olduğu gibi burada da sıcak su ve tuvalet mevcuttu.Ancak George House'daki bayanın yaptığı gibi bize 2 ayrı Bungalow vermeyi kabul etmediler.

11 Mayıs Alınca-Boğaziçi:


Bol horlamalı bir geceden sonra sabah kalktik, kahvaltımızı ettik sonrasında Kabak'tan Likya Yoluna devam etmeye karar verdik. İşaretlerin başladığı noktadan tırmanışa geçtik. Bu 3 günlük yolculuğun en uzun tırmanışı Alınca'ya kadar olan kısımdı. Yola başladıktan 10 dakika sonra nehrin kıyısında bizi bir sürpriz bekliyordu. Oynamayı çok seven bir Golden Retriever köpek bize eşlik etmeye başladı. Hayvan hem çok temiz hem de tasmalıydı. Biz de sahibine döneceğini düşünerek bizimle gelmesine izin verdik. Alınca'ya çıkarken parkurun dik olduğunu biliyorduk ancak bu kadar uzun süreli bir tırmanışı tahmin etmemiştik. Dikliğin yanı sıra kurumuş nehirlerin bıraktığı taşlara basarak ilerlemekte bizi yoruyordu.

Tüm tatilin en zor yolculuğundan sonra Alınca tepesine ulaştık. Burada su kaynağı ve dinlenebileceğimiz harika bir çimenlik alan vardı. Buraya kadar her şey iyi olsa da bir sorunumuz daha vardı. Sonradan isminin Prens olduğunu öğrendiğimiz Golden Retriever hala bizimleydi ve biz Kabak'tan oldukça uzaklaşmıştık. Ancak Prens'in bu konuda hiç derdi yok gibiydi bizimle oyunlar oynuyor bir yandan dağ keçilerini kovalıyordu. Biz öğlen yemeği olarak noodlelar ve çikolatalar ile bir ziyafet çektikten sonra Alınca'dan Boğaziçi'ne doğru yürümeye başladık.Orijinal planımızda Gavurağlı'da konaklamak vardı ancak alternatif yol nedeni ile vakit kaybettik ve Boğaziçinde konaklamaya karar verdik.Boğaziçi yakınlarına geldiğimizde ana yoldan geçen yerli halktan Boğaziçinden Fethiye'ye bir dönüş olmadığı öğrendik ve ana yola dönüp geri dönüş için otostop çekmeye karar verdik.Bu sırada ben köpeğin sahibini bulmak için telefonun çektiği bir yer bulup Kabak'taki Valley Camp'ı aradım. Valley'in işletmecisi Kurtuluş ne yazık ki köpeğin sahibini buldu ve bizimle irtibata geçmesini sağladı. Bizi arayan kişi olduğumuz yerde durmamızı rica etti. Dönüşte bizi Kabak'a bırakabileceğini belirtti.

Kabak'tan Fethiye'ye geçip son gecemizi Fethiye'de geçirmeye karar verdik.2 saatlik bir bekleyişten sonra Pens'in sahibi geldi. Biz bir teşekkür beklerken ilk olarak köpeğe bir güzel tokat attı sonrasında ise bize gidiş için yerli halkın transfer sağladığını bize yardımcı olamayacağını söyledi ancak kısa bir tartışma sonucu bizi bırakmayı zorla da olsa kabul etti. Yolda kendisinin Kabak'taki otellerden birinin yöneticisi olduğunu köpek kaybolduğu için patronundan sağlam bir azar işittiğini anlattı ancak hem hayvana yapılan eziyete hem de tavıra o kadar sinirlenmiştik ki Kabak yakınlarında bir yerde araçtan indik. O mükemmel hayvana yapılan eziyet tüm keyfimizi kaçırmıştı. Bu arada hava kararmaya başlamış Kabak'tan tüm dolmuşlar bitmişti. Ne yapacağımızı düşünürken yoldan bir kamyonetin geçtiğini gördük otostop yaptık ve bizi kamyonetin kasasına almayı kabul ettiler. Kasaya bindiğimizde Aktaş'tan denize girerken konuştuğumuz işçilerin kamyoneti olduğunu fark ettik ve muhabbet etmeye başladık.İşçilerin tümü kardeşmiş ve Vanlılarmış. Güzel bir sohbetten sonra bizi Fethiye merkezde bıraktılar. Burada ucuz bir motele yerleştik ve Balık Pazarı'nın yolunu tuttuk.

3 günlük bir maceranın sonucunda bir ziyafeti haketmiştik. Balık Pazarında Çıtır Ali'nin lokantasında oturduk ve kendimize harika bir balık ziyafeti çektik. Bu arada Ali Bey ve güleryüzlü eşi ile keyifli bir sohbet yaptık. Fethiye'ye yolu düşen olursa mutlaka tavsiye ederim.

Artık gecenin sonuna gelmiştik. Pansiyonumuza dönüp İstanbul'daki hayatımıza kaldığımız yerden devam etmemiz gerekiyordu.

Son Söz:

Bu yazıyı okuyan bir çok kişi tatillerini güneşin altında yatarak bol bol uyuyarak geçiriyordur diye tahmin ediyorum. Ancak tüm iş hayatımız oturmaya bilgisayarlara ve strese dayalı ve beynimizi yorduğumuz kadar vücudumuzun da yorulmaya ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Bu tip bir doğa yürüyüşü spor salonlarında bangır bangır müzik altında koşu bandında yürümekten çok daha yorucu, keyifli ve zor. En basiti yürüdüğünüz yol pürüzsüz değil ve sırtınızda yaklaşık 15 kg yük var. Ayrıca alternatif bir tatil planı olarak ucuz uçak bileti ayarlayabildiğiniz takdirde çok ucuz ve keyifli bir yolculuk. Hele ki fotoğraf çekmek gibi bir hobiniz varsa bambaşka bir hal alıyor.

Biz Pandeli ile neleri yapmamalıydık sorusunu kendimize sorduğumuzda çadır ve uyku tulumlarını götürmeyebileceğimize karar verdik. Ancak tercih sizin.

Umarım yazı ve aşağıdaki fotoğraflar hoşunuza gider.
                                     
                                       ALINCA:
                                      
                                      ALINCA:
                                      
                                      ALINCA BOĞAZİÇİ ARASI:

                                      
                                      PRENS:

                                     
                                       KAMYON ARKASINDA SEYAHAT:

                                      
                                      KABAK KOYU:

                                 
                                      
                                       YORGUNLUK:

                                  
                                      TEPEDE DİNLENME:

                                     
                                       ALINCA'YA GİDERKEN:

                                      
                                       ALINCA'YA GİDERKEN:

                                  
                                       VALLEY CAMP ÇADIRLAR:

                               
                                       VALLEY CAMP BUNGALOW:



                                 
                                       KABAK KOYU:

                                      
                                       MUHTAR'IN YERİ KURUFASÜLYE PİLAV:

                                       
                                      AKTAŞ:

                                       AKTAŞ DENİZE GİRMEDEN ÖNCE:


                                       GÜNEŞİN BATIŞI:


                                       GEORGE HOUSE:



                                       KABAK'A GİDERKEN:


                                       KABAK'A GİDERKEN:


                                       GEORGE HOUSE:


                                       GEORGE HOUSE GÜNEŞİN BATIŞI:


                                       GEORGE HOUSE'DAN KELEBEKLER VADİSİ:

                                  
                                      GEORGE HOUSE:


                                       ÖLÜDENİZ:


                                       ÇEKİRGE:


                                       FARALYA'YA GİDERKEN:


                                       PARKUR BAŞLANGICI:


                                       ÇADIR:

                                      
                                       YOLDAKİ İŞARETLER:


25 Nisan 2012 Çarşamba

Ataşehir Botanik Bahçesi

Bu hafta arkadaşlarımızla yıllardır Ataşehir'de oturup hiç gitmediğimiz bir yer olan Ataşehir Botanik Parkına gitmeye karar verdik.Ataşehir Botanik Parkı'nın girişi Ataşehir Bulvarı üzerinden Ağaoğlu'nun yaptığı yeni konutların hemen karşısından yapılıyor.Ayrıca Dünya'nın otoyol ortasına kurulmuş tek botanik bahçesi.Aracınız varsa araçlar için geniş bir otopark alanı mevcut ve ücretsiz.Ancak bu parkın işletmesi bağışlarla yapıldığından otopark girişinde size makbuz karşılığı bağış yapabiliyorsunuz.Eğer istemezseniz bağış yapma zorunluluğunuzda yok.

Girişte otoparka aracınızı bıraktıktan sonra TEM'in altından geçen uzun ve serin bir tünelden sonra ilk bölüme ulaşıyorsunuz ve girdiğiniz anda hayrete düşmeye başlıyorsunuz çünkü Ataşehir gibi beton yığını bir yerin ortasında sizi harika bir gölet ve etrafında piknik yapılacak alanlar karşılıyor.Yanınızda getirdiğiniz her türlü yiyeceği burada bulabileceğiniz herhangi bir yerde yemeniz mümkün.Rahat etmeniz için herşey düşünülmüş.Tek koşulla: ÇÖPLERİNİZİ ÇÖP KUTUSUNA atmak.

Parkın temizliği ve huzur veren güzelliğini görünce şaşırdım.6 yıldır Ataşehir'de oturup fellik fellik park bahçe doğa bulacağım diye Belgrad ormanı-Ağva-Şile-Bostancı-Bebek arasında mekik dokuyan ben evime bu mesafede bu güzellikte bir yerin olmasından hem mutlu oldum hem de bu süre içinde hiç gitmediğim için kendime kızdım.İlk alanda sizi güzel bir gölet, beraberinde kazlar, ortadan akan ufak bir dere ve yemyeşil çimenler karşılıyor.İşin en güzel yanıda çimenlerin üzerinde "Burada çimenlere Basabilirsiniz" yazılı tabelaların bulunması.Hava sıcaksa çimenlik alanlarda ayakkabılarınızı çıkartıp yürümenizi tavsiye ederim.Burada yanınızda getirdiğiniz yiyecekleri yiyebilir haftasonu eşiniz-çocuğunuzla kahvaltıya gelebilirsiniz.

İkinci alana geçmek için göletin bulunduğu bölümden ayrılıp yukarı doğru yürümeye başladık.TEM'in üstünden bir köprü ile ikinci alana geçtiğimizde hayretimiz daha da arttı burada bizi harika laleler ve menekşeler karşıladı.Vakfın kurucuları Ahmet ve Nezahat Gökyiğit'in heykellerini geçtikten sonra aşağıda içinde kazların yüzdüğü ve çok geniş bir çimenlik alana sahip bir gölete geldik.Burada çimlerde bir ağacın gölgesinde uyuyabilirsiniz ancak yere örtü sermek çimlere zarar verdiğinden yasak.Bu arada kazlara dikkat etmenizi öneririm zira bölgelerini korumak için saldırgan olabiliyorlar.En son 2 kişiyi kovalıyorlardı.

Üçüncü alana geçmek için nilüferlerin ekili olduğun bir ufak şelalenin yanından tekrar tüp geçite giriyorsunuz.Herşey mükemmel düşünülmüş tüp geçitte güzel klasik müzik eşliğinde bitkilerle ilgili açıklayıcı bilgigilerin yer aldığı panolar mevcut.Üçüncü alana geldiğinizde alanın tam ortasında güzel bir dere var derenin etrafında ağaçlar ve oturabileceğiniz yerler mevcut.İsterseniz çimenlik alanlara da oturabilirsiniz.

Sonuç olarak benim bugüne kadar gitmediğim için en çok pişmanlık duyduğum yerlerden biri.Eğer home office çalışıyorsanız ve ya Ataşehir yakınında bir yerde çalışıyorsanız size tavsiyem bir yerden yemeğinizi paket yaptırıp burada yemeniz olacaktır çünkü günlük çalışma temposu ve stresinde şehrin ortasında böyle bir park bulmak çok mümkün değil ve kafanızı toplamak için birebir.Yine fotoğrafçılığa ilginiz varsa mutlaka mikro objektifinizle burayı ziyaret etmenizi öneririm.Aşağıda benim Nikon D3100 ile çektiğim fotoğraflardan bazılarını bulabilirsiniz.